Yükseköğretim kurumları, sadece bilgi üretim merkezleri değildir; aynı zamanda ülkeye ekonomik değer katan stratejik yapılardır. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde üniversiteler, her yıl milyarlarca dolarlık döviz girdisi sağlayarak hem bilim hem de ekonomi alanında lokomotif rol üstlenir.

Peki Türkiye’de durum nasıl? YÖK’ün her yıl üniversitelerimizin ülkeye kazandırdığı döviz miktarını açıklaması, yükseköğretimin gerçek ekonomik potansiyelini görmemizi sağlar. Yabancı öğrenci harçları, uluslararası araştırma fonları, patent gelirleri, telif hakları gelirleri, üniversite hastaneleri, yaz okulları ve sanayi iş birlikleri… Bunlar, güçlü bir gelir modelinin vazgeçilmez ayaklarıdır.

ABD, İngiltere, Avustralya gibi ülkelerde üniversiteler, gelirlerini yalnızca devlet fonlarına ve yerli öğrenci harçlarına bağlamaz. Araştırma projeleri, uluslararası ortaklıklar, bağış fonları, teknoloji transferi ve lisans anlaşmaları sayesinde bütçelerini çeşitlendirir. Bu sadece mali sürdürülebilirliği değil, akademik özgürlüğü de güçlendirir.

Türkiye’de de benzer bir dönüşüm mümkündür. Bunun için:

• Uluslararası öğrenciler için cazip burs ve tanıtım programları hazırlanmalı,
• Üniversitelerimiz Avrupa Birliği fonlarına ve küresel araştırma ağlarına aktif katılım göstermeli,
• Teknoloji transfer ofisleri güçlendirilerek patent ve lisans gelirleri artırılmalı,
• Mezun bağış fonları oluşturulmalı,
• Yaz okulları, sertifika programları ve online eğitimler döviz kazandırıcı birer fırsata dönüştürülmelidir.

Bu adımlar, yalnızca üniversitelerimizin ekonomik kapasitesini artırmakla kalmaz, ülkemizin küresel bilim ve eğitim liginde üst sıralara yükselmesine de katkı sağlar.

Üniversitelerimiz, doğru strateji ve vizyonla hem bilim hem ekonomi alanında ülkemizin en güçlü markaları olabilir. YÖK’ün bu süreçte yıllık “Döviz Katkısı Raporu” yayımlaması ise bu hedefin hem ölçülebilir hem de şeffaf bir şekilde takip edilmesini sağlar.

Bugün atılacak adımlar, yarının bilim üssü Türkiye’sini inşa edecektir.